O genç adam o zaman beni yakalasaydı, peşinden gelmemi isteseydi, dünyanın öbür ucuna kadar giderdim; kendi ismimi de, çocuklarımın ismini de kirletirdim... Ötekinin berikinin öğütlerine ve vicdanımın mantığına karşı boş vermiş, tıpkı, şu Madam Henriette’in, bir gün evveline gelinceye kadar tanımadığı o genç Fransız’la kaçması gibi, ben de onunla kaçardım... Ne gittiğim yeri ne de ne kadar zaman için gittiğimi sorardım; arkama, geçmişteki yaşamıma bir tek defa bile bakmazdım... Paramı, ismimi, servetimi, onurumu bu adama feda ederdim. Dilencilik bile ederdim ve belki de, yeryüzünde, onun bana yaptıramayacağı bayağılık kalmazdı. İnsanların, kendi aralarında, namus ve utanma dedikleri her şeyi unuturdum; bana doğru ilerlemiş olsaydı, bir tek söz söylemiş veya bir tek adım atmış olsaydı, beni kendine çekmeye girişseydi, o anda mahvolmuş ve ona sonsuza dek bağlanmış bulunacaktım.