“Kaç Sinan, kaç! Babanı öldürdüler, sıra sende!”
Sinan bir çiftçi çocuğuydu… Ve o çok zengin bir çiftçi olmak istiyordu…
Bin dokuz yüz altmış üç yılının sıcak bir gününde, Harlıbayır’a bağlı Kaçkar köyünde doğmuştu. Kaçkar oymağının bir üyesiydi Annesini hiç görmemişti. Babası ise bir çiftçiydi. Henüz yedi yaşında bir çocuktu. Bir çoban gibi koyunlarının başında gezinir, babasının koyunları satarak günlük nafakalarını çıkarmasını beklerdi. Aç kaldıkları günler çoktu.
Babası “Çiftçinin parası olmaz, oğlum!” derdi. Bir gün elini omzuna koyarak Sinan’ı kendisine çekti. “Eğer zengin olacaksan önce okumalısın. Eğitimli çiftçiler çok zengin olur. Entrika ya da dalavere bizlerde yoktur, ama onlarda var… Üstelik onları kimse suçlamıyor!”
* * *
Silesen kasabasından çıkıp zirveye koşan bir çiftçi çocuğunun aşkı ile idealleri arasında geçen serüveni… Sıfırdan zirveye koşmanın bedeli ağırdı. Ya sevgilisinden vazgeçecekti ya da ideallerinden. Aşkın bedeli ne olursa olsun ödenirdi ancak, inatçı sevgilinin de ayağa dolanan prangadan farkı yoktu.
MUSTAFA ÇUHACI